Bir başlangıcı olmalı hayatımın…
Düşünüyorum da bu günler çok sert bana, çok iş açacak başıma, kaçıp kurtulmak işten değil ama kaçıncı kaçışım bu, daha kaç defa daha kaçabileceğim ki, kaç defa kaçmak istiyorum, dedim ya bu günler çok sert bana, bakıyorum da içimdeki sese uyan tek kişi benim, düşüncelerim değil, çoğumuz gitmekteyiz uzaklara, bedenen olmasa da ruhen hep bir yerlerdeyiz, iş açtı bu sevda başıma, yaşamaz komaz olaydım derken dilimi ısırıyorum, sevda ne yapsın ki kötülük dal budak olmuş bedenimize doğru…
Ben vazgeçsem diyorum ama olmuyor, kalkıp kaybolasım geliyorum kendimden, olmuyor, belki bir beklediğimiz daha var hayattan son bir şans olsun diye ama o da olmuyor, en iyisi albaşını bedeninin üstüne bas git buralardan, bir kez daha, olmuyor mu bir kez daha dene, işte bu defa belki gidesin tutar…
Yolları düşündüm, sıcakları, yalnızlığımı ve yanımda duracak onurlu insanı düşündüm evet, bu sefer başaracağım, kendime rağmen çekip gideceğim tekrar o yollara, o sahillerin tamamını bildiğim çakıllı yollara, ne olursa olsun basıp gideceğim…
Gidiyorum da… Hoş kal İzmir hoş kal yalnızlığım… Bu sefer pişmanlıksız gidiyorum, belki herkes de gitmek isterdi ama ben bu sefer yine başaracağım bu sessizliği bozarak…
Ama bu sefer garip bir heyecan var içimde, garip bir heyecan, belki özlem gidermem gerekti.
Sen sevgili içimdeki baş edilmez sızıların yarası, yaram, deyip, tekrar sızlandığım, unutulmaz arzuların sahipsiz sıçraması, bu bedenimdeki arsız zıplayışlarla, sen varlığından arınma çabalarım…
Bu gün başka zorluktaki bir gün ve ısıttığı ılık kanlarımın hızlandığı günler…
Çok zor sevgili çok zor, günler bunlar, çok zor geldiğin gibi, çok zor arınıyorsun içimden…
Volta atıp sörf yapıyorum düşüncelerimle senden…
Kurtulmak için yüreğimi hızlandırıyorum, arınıyorum önce kendimden ve beni yaralara boğan senden…
Ne bitmez tükenmez bir varlığın varmış ki tüm öfkemi gömdüğüm sen, hâlâ gözlerinle vuruyorsun beni…
Biz birbirimizi severken özelimiz olduğu için bir o kadar da fazla sevdik, özeldik bir birbirimize, özelleştirmiştik biz sevgimizi, issiz, passız, riyasızdı sevmelerdeki yolculuğumuz, bitmeyesiye başladık bu yola adım atarken, hayatın dar zamanlarına sığdırdığımız sevgiydi tutunduğumuz, boş verdiğimiz her şeyin sebebi saygın sevgiydi, belki de katlanamadık yarılmalarımıza…
Oysa şimdilerde farklı düşüncelerle kıvrandıkça, halsiz kalıyorum yaşama…
Gözlerinde uyumak istiyorum senin, saatin kaçında olduğumu unuturken, sen olmalısın yanımda derdim sana… Ama artık… Yokum o düşünce kulvarlarında…
Bir başlangıcı olmalı hayatımın…
Seni tanıdığım an mı,
yoksa,
söküp ciğerimdeki son nefesi,
gittiğin an mı?
Bir başlangıcı olmalı hayatımın…
bir portakal zamanı mı,
yoksa, yoksa,
kayısıların toprağa düşüp, parçalandığı, anlar mı?
Bir başlangıcı olmalı yeniden yaşamımın…
Senden kopuştuğum an mı,
yoksa yoksa,
kendi kendime konuşmaya başladığım anlar mı?
O neyse olmalı bu dünyada,
benim de noktadan küçük,
bir gölgem olmalı… Olmalı…
Derken de artık veryansın etmeyeceğim geçmişime…
Parmaklarımın arasından kayıp giden yaşamımın ardından da
artık feryat etmeyeceğim…
Denizin mavisine bakıp,
asmanın dalında sallatmayacağım artık hayatımı…
Ben kendimde kalmak istiyorum artık,
sevginin yeşili varmış, onda kalmış,
artık benim kaderime etken olmasın istiyorum…
Yeniden başladığım yaşamımda,
sönük bir yıldızım olmalı,
tüm sıkıntılarımı atmalıyım ona doğru,
karanlığın tam da ortasındayken…
Şafak sökmeli,
yalnızlığımı omuzlarımdan alıp,
dolaştığım zamanlarda,
yeni bir yaşamım olmalı, söz verdiğim gibi kendime…
Bazen çok uzun oldu aşklar, bazen de çok kısa, son nefese kaldı anılar, gözlerde asılı kaldı sevda…
Ve bir hayat çakıldı kaldı ardına bitmeyesiye, kalan bir boşluktu sanki yüreğin kendi ritminde kıpırdayışı…
Sadece sevgi kıpırdayışları ve sadece sevginin acı çırpınışlarıydı son nefese sarkan…
Adına sevmek bu işte deniliyordu, bazen imkânsıza, bazen de ömüryetmezine uzayan…
Biz sokakların kesme taşlarının ıslaklığında gölgelerimizle oynaşırken, içimizdeki coşkuyla mırıldanırdık, artık akşamüzerleri ölmeyelim diye…
Biz Bakışırdık yollara, birbirimizin gölgesi kesişirken, biz mırıldanırdık, bizi içine gömen şarkılara…
Kahkahaların kısıklığında, ellerimiz yanlara açılmış mutlu çocukların yüzleri okunurdu gözlerimizden…
Biz kıvrak taylar gibi koşmak isterken, engeller çıkardı önümüze ve işte tam burada, işte tam da bu anda duralım ve sarılalım birbirimize derdik…
Tam da burada, tam da bu anda, ne vardı ki hayatımızı coşku selinden kesen…
Yeniyetmelikten salınmış bir gençlik sonrasında ki umutlardı belki de bizi bize acındıran, gülüşümüzü kesen, parmak uçlarımızdan kayıp düşen ruhsal kopukluklarımız…
Uzun bir hayatın içinde bir hayat gibi kalakalmıştık, kısacık mutlulukların içinde…
İki gönül, iki çift gözdü birbirimizde kalakaldığımızla, bir çift cümleydi yaşamımızı sıralayan…
Bir gün beni anladığında, çok özleyeceksin, bir gün sesimizin kayboluşunda, çok acı çekeceğiz de…
Son seslerin son mutluluktan kopuşlarıydı asıl yere serildiğimiz an ki o andı…
Ben senin gözlerindeki görüntümle kaybolurken, değer üstü değerlerindi sana dokunamamazlığımın sebebi…
Aslında ruhsal bir dokunuşum vardı sana bakarken, belki de ruhuma acı veren anlardı bunlar…
Hele sesin, hele gülüşün, yapışınca kalbimin cidarlarına, sanki acı inlemelerini hissediyordum, dokunamayışımın ardından…
Sesinde, çocukluğumun kahkaha seslerini seviyordu ruhumun iç dünyasıyla…
Oysa sen değer üstü değerlerle sevmelere uzanan yolumdaydın ve ben uzun uzun uğraşlarla tam da, o anda tam da o hâlde, duraksatıyordum benliğimi…
Sen tüm varlığınla an zamanlarıma yapışmışken, ben sana boşverilmiş sevdaları anlatıyordum, sense ruh ikizinden bahsettikçe sevgide…
İşte o anlarda, tam da o anda, hakkım olmayan bakışlarımı arıyordum gözlerinde…
Sana uzun uzun sessizliği kırmadan bakarken, mutluluğun an zamanını sindiriyordum kendi dünyamdaki var olan benliğime…
Bakışlarımdaki sonsuzluğa uzayan yalvarışları saklarken, içten içe gülüşlerimi yapıştırıyordum senin kahkahalarının eksilmiş hâllerine…
Belki de mutluluğun yoksunluk zamanlarının tamlanmasıydı gözlerinde kendi görüntümü arayışımın hazzı, bir varmış bir yokmuş masallarının kahramanıydım sanki hazzın zirveye ulaştığı zamanlardı bunlar…
Sevmelerin üstünde ruhsal bir uçuştu bu sevdaya veya o tarifsiz sevdadan kopuşamayışımdı bu…
Çoğu an vazgeçiyordum senden, çoğu an, tam da o anda ölesiye bakışlarımı bırakmak istiyordum gözlerine…
Ben seni gözlerimde sevdim, gözlerini sevdiğim için…
Bunun ne sana ne de bana artık zararı yoktu…
Sen, seni sevmek istediğimi bildin, bense sevmek istediğimin değer üstü değerlerde var olduğunu anladım…
Biz bir gecenin, bir sevdanın sillesini yedik, ardından ihanet ve yalanlar geldi ki, geride kalan silleleri boş verdik, hayat dedik geçtik…
Zaman tüm öksüz çocukları büyütürken, tüm küflenecek yaşamları da eskitir…
Ve yeni yaşamlara da kapılarını aralar şüphesiz…
Artık hayat sevilmelere uzayan uzun bir yoldaydı, belki de, belki de imkânsızı zorluyor… Belki de imkânsızı sevme çabalarım ile vurgun yediriyordum yüreğime…
Oysa hayatım vurgunlarla doluydu ve bir vurgun daha sızlatıyordu bir yerlerimi kanatarak yürek cidarlarımda…
Galiba bunun adı vurgunlanarak, vurgunun üstündeki sevdaydı
Yeni bir yaşamım olmalı artık bu vazgeçemediğim hayatımda…
Mustafa Yılmaz
Henüz yorum yapılmamış.