Biz Demek Yalnızlığa Sürülen Merhem
Yıldızlarla bezeli gök kubbenin altında artık kim olduğumu bilmiyorum. Pervanenin aleve çekilmesi gibi yok olup tükenene kadar sana yaklaşıyorum. Ateşten fırlayan kıvılcımlar, biraz aydınlık biraz da acı veriyor dokundukça ruhuma. Ben her kıvılcım sıçramasında biraz daha kavruluyorum.
Önemli bir randevuyu kaçırmak istemez gibi telaşlı yüreğim bir koşuşturmanın içinde. Hayatın götürmek istediği yere sorgusuz sualsiz kollarına bıraktım, ya seninle yada sensizlikte yol üzerinde bilmediğim diyarlara yol almaktayım.
Sessizliğin ortak dil olarak seçmiştik, konuşmuyorduk. Gözlerimiz alevin titrekliğinde birbirine dokunduğunda yürek dili açılıyordu. Bir kudümün ritminde söyleşip, bir neyin nağmelerinde ağlaşıyorduk. Dokunmak gözlerinle teninin sıcaklığını hissetmek ve yitik hayallerimize sarılıp ağlamaktı. Gözlerinin delip geçtiği anlarda seninle yok olmaktı, senle dolu zamanlar.
Terk edilmiş hayatlar içindeki görüntülerde herkes yanmaya o denli istekli değildi. Sessizliğe gömülmüş bedenim sessizce nefes alıp veriyordu. Dokunduğu her şeyi alevlendiren coşkulu rüzgar gibi dile getirilemeyen haberlerin habercisi gibiydi. İçimde bir şeyler parçalanıp yırtılıyordu. Yüreğimdeki güller kalpleriyle kanarken, senin gönlündeki güllerin bundan haberi bile yoktu. Kanayan bir yüreği ancak kanayan yürek bulurdu.
Aşk; sevgi ve sabır ilmekleriyle dokunmalıydı. Her ilmek yürek kanamalarının titrekliğinde çığlıkları taşımalıydı, özlemlerle kabuk bağlayan yarları kanatmadan. Kalbim susuz, yüreğim kıraç topraklar gibiydi, aşkının beni gafil avladığında. Bazen mutluluktan şarkılar söylüyor, bazen de çaresiz bir özlemle ağıtlar yakıyordum. Ruhuma dinlik veren sözcüklere sağırdım. Sen geldin, ruhumun kulaklarına tıkalı pamukları açtın aşkının güzelliğinin ritmini duymaya başladım. Hüzün namelerinin saklı olduğu.
Bir sestim önce yükselen, sonra alçalan ve daha sonrada ağıtlar yakıp ardından gülümseten bir nota oldum. Gülü göremiyordum ama kokusunu alabiliyordum. Kapalı havada güneşin var olduğunu bilmek gibi. Gri bulutlar ardındaki güneşin dünyayı aydınlatması gibi. Sen görünmesen de, senin varlığın bedenimi, ruhumu dolduruyordu. Biraz acı, biraz hüzün, biraz özlem olarak. Bu aydınlıklar kadar sıcaklığına da ihtiyacım olduğunu ne zaman öğrenecektin.
Hayatın kitabını hem okuyup hem de yazmak gibiydi senli zamanları yaşamak. Görülmeyen yıldırımlar eşliğinde titremeyle sarsılmak, mutluluğa karışmış susuzluk gibi. Bir rüzgardı yaşam, bazen fırtına, bazen de esinti şeklinde esen. Esintilerde huzur fırtınalarda hüznü ve acıyı yaşatıyordu. Yazılı olan kaderimi yerine getirmeye çalışıyorum, biraz senli çokça da sensiz nefes alışlarımda. Göğsümden firare hazırlanan yüreğime rağmen konuşmaya çalışıyorum ve aklım boşalıveriyor.
Ateşe adım atıyorum, ama sanki buz üzerine düşmüş gibiyim. Beklentilerimin seni sevmeme engel olmasına izin vermiyorum. Oysa mutluluk çok kırılgandı, bir kez ortaya çıkınca rüzgarın sildiği ayak izleri gibi yok oluyordu, yanına özlemi alan yalnızlığın sesine eşlik eden rüzgarın fısıltısı. Mutluluğu elinden tutup götürüyordu.
Yüreğim gökyüzüne bakarken ayaklarım yeryüzüne basmıyordu. Bakışlarının esaretinden kurtulup özgürlüğümü almak istiyordum. Oysa hayat tökezleyerek ilerliyordu, incecik bir ipin üzerinde yürümek gibiydi senli yaşamak ne zaman kopacağı belli olmayan.
Biz demek yalnızlığın yarasına sürülen merhem gibi sakinleştiriciydi. İki bedende tek ruh, tek nefes yol aldığımız hayat merdivenlerinin basamakları kırılana kadar.
Fatma Avcı
Henüz yorum yapılmamış.