SESİMİ DUYAN YOK DEĞİL Mİ? HA, İYİ O ZAMAN…
Bir ağaca bir hurafeci gelir bir çaput bağlar da dilek ağacına çıkar ya o garibin adı; bir vurdumduymaz gelmiş zamanın bir gri vaktinde bir ıstırap iliştirmiş yüreğime, dert adamına çıkmış benim de adım öylece. Her yanım o çaputları aratmayacak çirkinlikte dertlerle bezeli. Ne meyvelerim görünüyor ne de beni hayata bağlayan yapraklarım. Halbuki ben o çaputların altında ne diri ne yaşam doluyum bir bilseler.
Yalana gerek yok sükut hiç bir zaman adabım olmadı, aksine olabildiğince gürültücüydüm hep. Hakkımı da yüksek sesle aradım, sevgimi de cümle aleme yüksek sesle ilan ettim. Gel zaman git zaman, ya da ne gel ne de git, olduğun yerde öyle dön dolaş zaman, seslilik yerini sessizliğe bıraktı. Üstad şairlerin aksine ben hep bilirdim kelimelerin kifayetsizliğini. Nush ile uslanmadılar ettik tekdir, tekdirden de anlamadılar hakları kötekken yüreği ettik tatil. Şimdi kışları kuşların kanat çırpmaya üşendiği, kervanların az yukarısından dolaşmayı tercih ettiği köhne yazlık beledeler misali derin bir sessizlik hüküm sürmekte bende. Yalnızlık özleminde değilim ki kendisi de hiç özlettirmedi varlığını ya da yokuluğunu mu demeli. Ne de olsa yalnızlık olmayan birşeyler ya da birilerinin yerini doldurmak için kullanılan, sadece ağzına yakışmayacak “kimsem yok” cümlesinin üç heceli tercümesi. Yalnızdım evvelden de ama bu denli sessiz değildim işte. Kendimle atışırdım en azından oturduğum ya da yattığım yerde. Birileri okusun diye bir şeyler yazar ya da onlara söyleyeceklerimin provasını yapardım. Ağzım kadar hareketsiz şimdilerdeyse aklım. Yorgunluk, bıkkınlık v.s. v.s… İlla bir şekilde adlandırmamız gerekirse… Niye gereksin ki öyle bir haldeyim işte. Giyinmekten anlamam ya da birileri için tipimi hizaya sokmaktan. Bundandır ki anlamam bana neyin yakışıp yakışmadığını; ama sanki sessizlik bana yakıştı. Bir ölüye yakışacak kadar yakıştı hem de. Kimi kelimeleri eksilttim dilimden, içimden eksilmeseler de. Baktım ki karşılıklarının kulağıma erişmesini beklemektense, bendeki arsızların içime hapsolması daha bir doğruymuş. Ha doğru demişken, bana göre doğru elbet. Kimilerine göre fikriyatım ancak bir devenin kamburu kadar doğru olabilir, saygım sonsuz; ama bana göre de doğrusu bu işte.
Eskimiş düşüncelerimi satacak bir eskici geçmedi sokağımızdan, “mutluluk alıyooom, huzur alıyoooom, hayal alıyoooom, ümit alıyoooom…” diye bağırarak. Fena olmazdı hani yeni efkarlarımı beynimin köşelerine tutturmaya mandal alırdım hiç olmazsa. Eskiyle yeniyi de harman etmek olmazdı hani. Eskiler bir köşede, yeniler bir köşede, göz yaşlarım koca bir şişede öyle dertlenip gidiyoruz işte. Şimdi bu sessizliği kaybetmişliğe de yormamak gerek. Hislerin ne muhteviyati ne de mevcudiyeti zerre kayba uğramış değil. Hatta en az eskisi kadar hırçınlar. Koca bir umman çalkalanıyor içimde. Bana düşense arada bir dönüp içime “iki dakika sus da uyayım Allah aşkına!” diye haykırmak oluyor. İki dakika müsade ediyorlar sağ olsunlar ve de olacakalar inşallah.
Ez cümle gümüşe yatırımı bıraktım altın biriktiriyorum. Ne de olsa bu aralar hayli kıymettar. Gönül sarrafının bir gün açılmasını bekliyorum bozdurabilmek için çil çil altınlarımı. Sabrım pek engin hamt olsun. Kepenklerini kaldırır kaldırmaz kapısındayım.
KEMAL OKUMUŞ (K.O.)
Henüz yorum yapılmamış.