TAVSİYE
Bir küçük evin olsaydı, içinde bir gül kokulu yarin, bir kaç küçük de goncan… Az birikmiş paran, bayramlarda aile, eş, dost ziyaretine götüren orta halli bir araban, yek yüreğine tek sevdan…
Har vuralım da harman savuralım sevdaları; daha harlanmadan oncağızların ateşini, bir gayret, müthiş bir teşebbüsle üfleye püfleye söndürelim. Dünya malına kurban edelim sevda saraylarını; bir deri koltuğa, kiraz bir masaya feda edelim aşkın saltanatını. Kurulmayalım gönül tahtına, kurulalım her sabah atadan değil öteden kalmış dünya tamahıyla, koşalım koşabildiğimiz kadar çatlamaktan korkmaz atlar misali zembereğimiz boşalana kadar. El bebek gül bebek pışpışlayalım sevdalıları, riyakarca iltifatlar edip, bukalemun misali bir gözümüz ona bakarken diğeriyle iliğine kadar izleyelim dünya curcunasını. Ne yardan geçelim ne serden ne de muhtemel diğer sevgililerden. Hıçkıra hıçkıra ağlayalım bitince yalancı bir sevda; yenisi başlayana kadar dünya muhabbetiyle sarhoş olalım. Başlayınca yeni bir yalancı sevda, serden geçelim, sellerden geçelim, dağlar delelim, çöller aşalım, şiirleri destanlara katalım, yaptığımızı zannedip bütün bu yapmadıklarımıza şaşı bakıp şaşıralım. Hükmü daha güzeli önümüzden geçene kadar sürsün kara sevdaların. Hatta renkleri de solsun, griye çalsın, durmasın davullar çaldıkça çalsın; anahtarı paspasın altına koyup üstüne not düşelim de isteyen istediği zaman elimiz yarin saçlarındayken gelip yeni yar olmak için kapımızı çalmadan kalbimizi çalsın. Cebimiz dolu olunca yüreğimizin boş olmasına kulak asmayalım. Cep dolu olunca kolumuzda dolu olur vesselam deyip, aklımızın üstüne oturalım; sonra da yaşadığımız her tümden bitim gecelik günahlara “aşk” diyelim arsızca. Soy sürdürmek için ekilmesi gereken tohumları, “tecrübe” diye etiketlediğimiz tüm gereksizliklerin yaşandığı kara kutu mekanlarda dağıtalım; veledi zinalar peydahlayıp, “gençlik çok asi, geleceğimizden hiç ümidimiz yok!” diye aptal aptal hayıflanalım.
Buraya kadar konrolümüzdeydi her şey. Bir de işlerin kontrolümüzden çıktığı vakitlere bakalım. Önce kapatmaya çalışmaktan usanırız, her gün bir yenisini aralarına törenle kabul eden beyazları. Derimizde beliren, sütun gibi vücutlarımızı sergilediğimiz plaj günlerinden hatıra lekeleri saymaya başlarız gece uykudan önce. Koyun saymak gibi olmaz, kaçar uykumuz gelecek yere. Ne çirkin durur her bir kırışıklık elde, yüzde, bedenin her bir köşesinde. Gerdirip de kendimizi, artan derileri Türk hava kurumuna yeni uçaklar için bağışlasak da içerden çürüyorsun be abla, davul gibi yanlara kasnak taktırsan ne fayda? Elde avuçta ne yok ki, onca hırsın tamahın meyvesi, bir yığın mal, mülk, mücevher, para… Ah bir de tüm bunları avuçlayacak takatimiz olsa. Ettiğin vefasızlıkların tam da suratına çalınma vaktidir. Bu günler yarı yolda bıraktığın herkesin, senin evinin yarı yoluna kadar bile gelmeye tenezzül etmediği günlerdir. Ettiklerinin hesabını tutmamışlar öyle değil mi becerikli binbir maharet muhasebecilerin. Son nefesin hangisi olduğunu bulmak için sayıyor musun “son üç, iki, bir…”?
Bir küçük evin olsaydı, içinde bir gül kokulu yarin, bir kaç küçük de goncan… Az birikmiş paran, bayramlarda aile, eş, dost ziyaretine götüren orta halli bir araban, yek yüreğine tek sevdan… Üzerinde kocayacak, iki baş konulacak bir yastığın, az biraz da ağız tadın olsa olmaz mıydı? Son nefeslerini sayanların yerine son nefesinde elini bir tutanın olsaydı keşke! Siyasi kapışmalar, rant mücadeleri, yeni dünya düzenleri yerine, aklında bir tek insan olmak, yaradılmışı sevmek olsaydı, Yaradandan ötürü keşke…
KEMAL OKUMUŞ (K.O.)
Henüz yorum yapılmamış.