TİK TAK
Bakın geçiyor zaman bir “tik” bana, bir “tak” size. “tik”, “tak”, “tik”, “tak”…
Bir hallacın pamukları savurması misali savruldu hayallerim gözümün önünden bir kaç nefeslik bet sözün hışmıyla. “Neden?” diye başlamak sorulara vakit kaybından öte bir eylem olmaz. Vakit geçtir artık sorular için, hele ki cevaplar muallakta kalacaksa… Ehli kubura dahil olmuş gibiyim. İçine sığındığım her dört duvar baş taşı olmayan birer mezar gibi. Nasıl da yabana atmışız sözlerin hainliğini ve de zalimliğini. Bir hançer, dilin tetikçiliğinde yola koyulmuş hissiz bir bir mermi, tam kalbine saplanan ucu soğuk bir ok gibi… Ah ne insafsızmış meğer şu dil. Nasıl çizikler atarmış gönüle o kemiksiz et ki her bir acı unutulur da hep kanarmış onun yarası…
Geceyi yıldızlarını söküp de perde ederken kendime, tüm dünyadan beni ayıran, nasıldı tadı mutluluğun unutmak işten bile değil. Sesim kendimi ayaklandırmaya yetmeyecek kadar bile cılız çıkıyor. Hal böyle, sözlerim içime böylesi düğümlenmişken, kime serzenişe gücüm yeter ki? Bir Rabbin kapısından ayrılmadım. Elim hep o kapının tokmağında. Yok bir sitemim isyanım. Sen kurtar beni diyorum yarattıklarının zulmünden.
Bakın geçiyor zaman bir “tik” bana, bir “tak” size. “tik”, “tak”, “tik”, “tak”… Akrep sizde, yelkovan bende dönüyor diye sevinmeyin. Siz ağırca alasınız diye o yolu nefes nefese koşuyorum ardınız sıra da itiyorum sizi. Elbet buluşacağız zembereğimiz tam 12’de boşaldığında. Saniye aynı, dakika aynı, saat aynı, gün aynı, ay aynı, yıl aynı… Zamanın ölçü birimlerinin toplamından ibaret değil mi ömür dediğimiz? Nasıl yaşarsanız yaşayın o ömrü elbet duracak bir gün saatlerimiz. İşte o gün… Ne de olsa bir “tik” bana, bir “tak” size…
KEMAL OKUMUŞ (KO)
Henüz yorum yapılmamış.